‘’Memleketimizi Zampiyonlar Ligi’ne çevirdiler...’’
SİYASETGenel Başkan Sayın Meral Akşener 2 Mart Çarşamba günü TBMM grup toplantısında;
Genel Başkan Sayın Meral Akşener 2 Mart Çarşamba günü TBMM grup toplantısında;
Mutlu, huzurlu ve güçlü bir Türkiye için; milletimizin yüzünün umutla güldüğü Yarının Türkiye’si için paylaştığımız Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e,
Her hafta yeni bir icadını tanıtan sayın Erdoğan’ın bu hafta kuşe kâğıdı icadını tanıtmasına,
Zampiyonlar Ligi’ne çevrilen ülkemize,
İktidarın özelleştirme ve enerji politikalarına,
Amerika’dan, Angola’dan, Etiyopya’dan ve Arjantin’den daha pahalıya kullandığımız akaryakıta,
Ukrayna’nın vermiş olduğu mücadeleye,
Türkiye’nin Rusya ile dengeli ve simetrik olmayan ilişkisine,
Dünün eş başkanlarının bugünün matruşka bebeği olma hevesine kapılmasına,
Diplomasi ve dış politikaya dair görüşlerini paylaştı.
Milletin Kürsüsü’nde söz kamyoncu esnaflarımızın sesi olmak için Ahmet Uzun’un oldu.
Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener 2 Mart Çarşamba günü TBMM grup toplantısında 6 muhalefet partisinin bir araya gelerek Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışmasına atılan imzaya dair; ‘’Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ucubesinden kurtulmak için çok önemli bir adım attık. Mutlu, huzurlu ve güçlü bir Türkiye için; milletimizin yüzünün umutla güldüğü Yarının Türkiye’si için çok önemli bir adım attık. Saygının kalmadığı, empatinin olmadığı ve makulün kaybolduğu bir ortamda ortak aklı ve istişare kültürünü çalıştırarak, milletimizin ve memleketimizin ihtiyaçlarını düşünerek Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışmamızı tamamladık ve milletimizle paylaştık.’’ dedi.
Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, sayın Erdoğan’ın; ‘’Teksir kâğıdı nedir bilir misiniz?” sorusuna; ‘’Her hafta yeni bir icadını tanıtan sayın Erdoğan’ın bu hafta da kuşe kâğıdını icat ettiğini öğrendik. Peki, madem öyle gelecek haftaki müthiş icadını heyecanla beklerken biz de kendisine bazı sorular soralım. Sayın Erdoğan bizler teksir kâğıdından sarı defterlerle okuduk, bu mevkilere kadar geldik. Her birimiz teksir kâğıdı nedir elbette biliriz. Peki sen kuşe kâğıtla okumana rağmen okuduğun okulun hiçbir faydasını görememek nedir bilir misin? Sınavlardan, yüksek puanlar almana rağmen mülakatta hakkının yenmesinin acısı nedir bilir misin? Bin bir emekle okulunu bitirip atanamamak nedir bilir misin? Bırak cumhurbaşkanı olmayı, devlet memuru olmayı bile hayal edememek nedir bilir misin? Üniversiteden mezun olup, annenden babandan harçlık almaya; zincir markette kasiyerliğe, moto kuryeliğe mahkûm olmak nedir bilir misin? Hayallerinin, hayatını şekillendirmesi gereken yaşta en üretken olduğun o güzel çağda AVM köşelerinde yitip umutsuzluğa hapsolmak nedir bilir misin? Bilmiyorsun sayın Erdoğan.’’ diye konuştu.
Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, yıllık gıda enflasyonumuzdan bahsederken; ‘’TÜİK’in açıkladığı hâliyle bile yıllık gıda enflasyonumuz 55 olmuş. Bırakın OECD’yi Arjantin’e bile 5 puan fark atmışız. Zampiyonlar Ligi’ne çevirdikleri memleketimizde sadece bir yılda; patlıcanın fiyatı 166, patatesin fiyatı 123, salatalığın fiyatı 111 artmış. Çok değil, bundan daha bir yıl önce markete gittiğimizde 100 lira ödediğimiz ürünlere bugün 156 lira ödüyoruz.’’ dedi.
Doğal gaz ve elektrik fiyatlarındaki zamlara, iktidarın özelleştirme ve enerji politikalarına değinen Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener; ‘’Biz iktidara geldiğimizde mutlaka kendi doğal gaz habımızı kuracak ve gaz transit geçitlerinin merkezi olacağız. Bu sayede hem Türk Cumhuriyetlerinin gazı değerini bulacak ve biz daha ucuza gaz kullanacağız hem de doğal gaz tarifelerini enerji maliyetini doğru yansıtacak şekilde tasarlayarak şirketlerin şişirmelerinden arındıracağız. Olası bir arz krizinde yeterli gaz stokunu barındıracak depolama tesislerini ve bu tesislerden gaz çekişini sağlayacak kapasiteyi de mutlaka ama mutlaka kuracağız. İYİ Parti iktidarında hangi ülke gazı keserse kessin, memleketimiz kışın ortasında doğal gazsız ve elektriksiz kalmayacak.’’ dedi.
Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, ülkemizde büyük sorunlardan biri hâline gelen akaryakıt fiyatlarına ilişkin; ‘’Şu an akaryakıtı Amerika’dan, Angola’dan, Etiyopya’dan ve Arjantin’den daha pahalıya kullanıyoruz. Avrupa’daki Belarus’tan, Asya’daki Endonezya’dan daha pahalıya kullanıyoruz. Hatta Taliban’ın Afganistan’ından, savaşın ortasındaki Esad’ın Suriyesi’nden bile daha pahalıya kullanıyoruz. Ülkemizde son bir sene içerisinde benzin fiyatları 134, mazot fiyatları 159, LPG fiyatları da 143 arttı. Bir de utanmadan çıkıp; ”Domates tarlada 1 lira, markette neden 20 lira?” diye nara atıyorlar. Yahu el insaf! Mazot 17 lirayı geçmişken tarladaki 1 liralık domates tezgâhta nasıl 1 lira kalsın?’’ diye konuştu.
Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, Ukrayna’nın özgürlüğü ve egemenliği için vermiş oldukları savaşta yanlarında olduğunu belirtirken; ‘’Ukrayna’da yaşanan dünyadaki vicdanlı ve aklı selim sahibi herkesin adalet duygusunu sarsan bu duruma uluslararası toplum daha fazla sessiz kalamaz. Bu şımarıklığa, bu hırsa daha fazla izin veremeyiz. Başta Kırım’daki kardeşlerimiz olmak üzere Putin’in zulmüne maruz kalan onca insanı kaderlerine terk edemeyiz. Putin haddini aşmıştır. Vakit boş laf değil, yaptırım vaktidir. Vakit çekimser kalma değil, zalimin karşısında dik durma vaktidir.’’ dedi.
Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, 11 Mart tezkeresinin yıl dönümünü hatırlatırken; ‘’O red kararı millî Meclis’imizin o günlerde ortalıkta; ‘BOP Eş başkan adayıyım.’ diye gezenlere verdiği en önemli cevaptı. Millî egemenliğin ve millî iradenin Türkiye’nin varlık senetlerine meydan okuyan bir karanlık iradeye karşı isyanıydı. Aradan 19 yıl geçti ve o aynı karanlık irade 1 Mart 2003’te Gazi Meclis’imize karşı açtığı hırs ve intikam savaşında adına bir de utanmadan; ”Türk tipi” dedikleri Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ucubesiyle galip geldiğini zannetti. Tıpkı eski abilerinin ona öğrettiği gibi büyük yalanlarla büyük mesafeler aldığını zannetti. İşte o nedenle bugün bizlerin arkamıza millet iradesini alarak çıktığımız bu kutlu yol; milletimizi, Mehmetçiğimizi ve devletimizi herhangi bir zaman, herhangi bir şekilde, herhangi bir amaçla, herhangi müstevlinin aracı, maşası veya yancısı yapma olanaklarını ortadan kaldırmaktır. Meclis’imizin gücünü ve iradesini tek adamcılık oynayan kravatlı ergenlere karşı her daim üstün kılabilme çabamızın altındaki sebeplerin, en önemlisi işte budur. Nitekim bugün Türk’ün incinen gururunun rüzgârını arkasına alarak; ”Ey Batı”, ”Ey NATO” diye çıktıkları yolda dünün eş başkanları bugünün matruşka bebeği olma hevesine kapılmışlardır.’’ diye konuştu.
Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, diplomasi ve dış politikaya ilişkin; ‘’Atatürk’ün ülkemizi medeni milletler ailesinin onurlu bir üyesi yapma gayreti, revizyonist olmayan dış politikası, hamaset yerine aklı önceleyen felsefesi ve egemenlik kavramına duyduğu saygı bizim ilham kaynağımızdır. O’nun sahip olduğu ülkemizin kalkınmasına ve refahına ket vuran değil, kalkınmayı destekleyen dış politika anlayışı, bizim de anlayışımızdır. İşte tam da bu yüzden İYİ Parti, bu kritik dönemeçte hayati bir rol oynamaktadır. Ülkemizin kurucu felsefesinin, memleketin makulünün ve merkezinin yeni oluşacak dünya düzeninde istikameti bellidir. Buna gücümüz vardır. Buna potansiyelimiz vardır. Buna mahir kadrolarımız ve milletimiz vardır. Biliyor ve inanıyoruz ki tarihin hiçbir zaman tozlanmayan sayfalarında, lazım geldiği her vakit şu sözü edebilen bir Türk devleti daima var ve payidar olacaktır. Yeni şartlarla yeni bir dünya kurulur. Türkiye de bu dünyada yerini bulur!’’ diye konuştu.
Her hafta dezavantajlı grupların sözcülerini Milletin Kürsüsü’nde ağırlayan Genel Başkanımız, bu hafta Milletin Kürsüsü’nde akaryakıt zamlarından en çok etkilenen kamyoncu esnaflarının sesi olmak için sözü Ahmet Uzun’a verdi.
Grup Konuşmasının Tamamı:
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Bugün Türkiye Türk tarihinin en başarısız yönetim modeliyle ve tarihimizin en basiretsiz ekonomi ekibi tarafından yönetiliyor.
Milletimiz her ay farklı bir fedakârlık yapmak zorunda.
Kaloriferi kapatıp battaniye ile oturmak zorunda.
Ampulleri söndürüp karanlıkta kalmak zorunda.
Meyve sebzeden aldığı vitaminden kısmak zorunda.
Etten aldığı proteini kesmek zorunda.
Türk milleti zor zamanlarda kemer sıkmayı iyi bilir.
Ama bugün yaşadıklarımız bir kemer sıkma politikası değil, âdeta milletimizin ümüğünü sıkma politikasıdır.
”Saraydaki bol maaşlı bir grup sefasını sürsün, milletimiz de cefa içinde sürünsün.” politikasıdır.
Bunun sebebi de artık başarısızlığı gün gibi ortada duran bu ucube sistemin ta kendisidir.
İşte bu nedenle 6 siyasi parti olarak geçtiğimiz Pazartesi günü çok önemli bir adım attık.
Ülkemizi sosyal hayattan ekonomiye, adaletten diplomasiye, doğadan demokrasiye her alanda yıpratan; milletimizi işsizlik, umutsuzluk ve hayat pahalılığı üçgenine hapseden; devletimizi de itibarsızlığa, liyakatsizliğe ve beceriksizliğe mahkûm eden Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ucubesinden kurtulmak için çok önemli bir adım attık.
Mutlu, huzurlu ve güçlü bir Türkiye için; milletimizin yüzünün umutla güldüğü Yarının Türkiye’si için çok önemli bir adım attık.
Saygının kalmadığı, empatinin olmadığı ve makulün kaybolduğu bir ortamda ortak aklı ve istişare kültürünü çalıştırarak, milletimizin ve memleketimizin ihtiyaçlarını düşünerek Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışmamızı tamamladık ve milletimizle paylaştık.
Türkiye’nin içine düşürüldüğü sıkıntılardan bir çıkış yolu olarak hazırladığımız çalışmamızda emeği geçen herkese teşekkür ediyor; Türkiye’nin hak ettiği geleceğe kavuşması için çıktığımız bu yolun milletimiz ve memleketimiz için hayırlara vesile olmasını Cenabıhak’tan niyaz ediyorum.
Aziz milletim,
Değerli genç kardeşlerim; yaşadığınız hayata, size sunulan koşullara baktığınızda aklınıza ilk ne geliyor?
”Ne çektik be?” mi diyorsunuz?
Yoksa; ”Ne çektiniz be Cumhurbaşkanım?” mı diyorsunuz?
Cevap gün gibi ortada.
Ama belli ki memleketin gerçekleriyle bağını koparalı uzun zaman olmuş sayın Erdoğan’ın da o cevabı duymaya ihtiyacı var.
Neden mi?
Çünkü fark etmişsinizdir.
Telefonunu çıkar bakalımcı dayıların büyük üstadı bir süredir sizlere durup durup dizilerdeki bilge adamlar edasıyla; ”Teksir kâğıdı nedir bilir misiniz?” diye soruyor.
Kendisi teksir kağıdından dolayı çok mağdur olmuş, çok acılar çekmiş.
Vah vah.
Ama nedense yaşadığı o teksir kâğıdı dramına rağmen Cumhuriyetimizin Kasımpaşa’dan çıkan teksirzede sayın Erdoğan’a bu ülkede cumhurbaşkanı olma fırsatını sunmuş olduğu gerçeğini nedense söylemiyor.
Hatta bir de çıkıp kuşe kâğıdını getirmekle övünüyor.
Evet, yanlış duymadınız.
Her hafta yeni bir icadını tanıtan sayın Erdoğan’ın bu hafta da kuşe kâğıdını icat ettiğini öğrendik.
Hayırlı, uğurlu olsun.
Peki, madem öyle gelecek haftaki müthiş icadını heyecanla beklerken biz de kendisine bazı sorular soralım.
Sayın Erdoğan bizler teksir kâğıdından sarı defterlerle okuduk, bu mevkilere kadar geldik.
Her birimiz teksir kâğıdı nedir elbette biliriz.
Peki sen kuşe kâğıtla okumana rağmen okuduğun okulun hiçbir faydasını görememek nedir bilir misin?
Sınavlardan, yüksek puanlar almana rağmen mülakatta hakkının yenmesinin acısı nedir bilir misin?
Bin bir emekle okulunu bitirip atanamamak nedir bilir misin?
Bırak cumhurbaşkanı olmayı, devlet memuru olmayı bile hayal edememek nedir bilir misin?
Üniversiteden mezun olup, annenden babandan harçlık almaya; zincir markette kasiyerliğe, moto kuryeliğe mahkûm olmak nedir bilir misin?
Hayallerinin, hayatını şekillendirmesi gereken yaşta en üretken olduğun o güzel çağda AVM köşelerinde yitip umutsuzluğa hapsolmak nedir bilir misin?
Bilmiyorsun sayın Erdoğan.
Bilemezsin.
Çünkü sen de aynı benim gibi Cumhuriyetimizin sunduğu fırsat eşitliğinden sağladığı imkânlardan faydalandın ve bugün senin yönettiğin Türkiye’de gençlerimiz cumhuriyetin sunduğu o imkân ve fırsatlarından yoksun kaldı.
Bu gerçeği ne kâğıtla ne binayla ne de hamasetle kapatamazsın.
Ben büyüdüğüm Türkiye’nin imkânlarını bugün gençlerimize sağlayamadığımız için kendimi suçlu
hissediyorum.
Artık sen de takkeni önüne koy, bu gerçeklerle yüzleş.
Devri iktidarında gençleri yarı yolda bırakmanın sorumluluğuyla artık yüzleş.
Her fırsatta çıkıp da gençlere nasihat vermekten, nutuk atmaktan da artık vazgeç.
Ya Cumhuriyet değerlerimizi bir an önce hazmedip bu ülkenin gençlerine hak ettikleri imkânları sun ya da getir sandığı biz gelelim ve gençlerimizi hak ettikleri Türkiye’ye kavuşturalım.
Bu kadar basit.
Aziz milletim;
Biliyorsunuz Bay Kriz ve arkadaşları için her şey sayılardan ibarettir.
Ancak kendileri verdikleri sayıların niteliğiyle, karşılığıyla ve sonuçlarıyla asla ilgilenmezler.
Mesela çıkıp; ”Bizden önce 526 bin olan öğretmen sayısını 993 bin 670’e çıkardık.” derler.
Ama o 993 bin öğretmenimizin içerisinde atanamadığı için intihar eden kardeşlerimizle asla ilgilenmezler.
Mesela çıkıp; ”Bizden önce 76 üniversite vardı. Biz bu sayıyı 207’ye çıkardık.” derler.
Ama o üniversitelerden mezun olduktan sonra işsizlik sarmalında çile çeken gençlerimizle asla ilgilenmezler.
Mesela çıkıp asgari ücrete yaptıkları zammın yüzdesiyle övünürler.
Ama yaptıkları zammın 1 ay içerisinde nasıl eridiğiyle, enflasyon canavarının milletimizin varını yoğunu nasıl götürdüğüyle asla ilgilenmezler.
Mesela çıkıp kaç kilometre yol yaptıklarını, kaç tane köprü ve tünel yaptıklarını söylerler.
Ama o yollar, köprüler ve tünellerin inşaatında müteahhitlerinin yaptığı vurgunlarla asla ilgilenmezler.
Hele milletimizin cebinden ne kadar çalındığıyla hiç ilgilenmezler.
Değerli dava arkadaşlarım;
Madem bu arkadaşlar sayıları bu kadar çok seviyor; o zaman gelin, biz de bazı sayılardan bahsedelim.
Mesela enflasyondan konuşalım.
TÜİK’in açıkladığı hâliyle bile yıllık gıda enflasyonumuz 55 olmuş.
Bırakın OECD’yi Arjantin’e bile 5 puan fark atmışız.
Zampiyonlar Ligi’ne çevirdikleri memleketimizde sadece bir yılda; patlıcanın fiyatı 166, patatesin fiyatı 123, salatalığın fiyatı 111 artmış.
Çok değil, bundan daha bir yıl önce markete gittiğimizde 100 lira ödediğimiz ürünlere bugün 156 lira ödüyoruz.
Ak Parti’nin parlak bir milletvekili; ”Avrupa’da enflasyon 7 olmuş. Yani 7 kat artmış.” diyerek kendince acınası bir biçimde iktidarın yönetimdeki beceriksizliğini gizlemeye çalışsa da tarıma her zaman bir millî güvenlik sorunu olarak yaklaşan Fransa’da yıllık tüketici enflasyonu 2.85.
Gıda enflasyonu ise 1.69.
Bakın aylık değil, yıllık enflasyondan bahsediyorum.
Bu kürsüden neden sürekli tarımdan bahsettiğimizi, neden bu kadar sık tarımdaki çözümlerimizi anlattığımızı şimdi anladınız mı?
Bugün çiftçi dostu olarak kurulup iktidarın yandaş müteahhitlerinin dostu hâline getirilen Ziraat Bankası’nda tarıma verilen krediler toplam kredilerinin 14’ünü oluşturuyor.
Yani Ziraat Bankası’nın verdiği her 100 liralık kredinin sadece 14 lirası tarıma gidiyor.
İşte bu yüzden hep söylediğimiz gibi İYİ Parti iktidarında Ziraat Bankası’nı yeniden çiftçinin dostu yapacak kamu bankalarının sırtına âdeta sülük gibi yapışan yandaş şirketleri de söküp atacağız.
Değerli milletvekili arkadaşlarım;
İktidarı sayılarla yüzleştirmeye devam edelim.
Mesela doğal gaz ve elektrik fiyatları.
Bir sene içerisinde elektrik üretiminde kullanılan doğal gaza 341, sanayide 435, konutlarda ise 47 zam yapıldı.
Ben böyle deyince; ”Avrupa’da da zam var.” demeye başlayacak olan arkadaşlar var.
Hiç kendilerini yormasınlar, onu da söyleyeceğim.
Avrupa’da pandemi sonrası genişleme ve uluslararası alandaki istikrarsızlıklardan kaynaklanan enerji enflasyonu Eurostat’a göre sadece 25.
Yani 435’e varan zamlar ile enerji enflasyonunda da Avrupa’da açık ara birinci sıradayız.
Peki bu durum neden kaynaklanıyor?
Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının nobel ödüllü ekonomist Robert Lucas’ın; ”En iyi politika, politikasızlıktır.” Sözünü, ”Biz en iyisi hiçbir şey yapmayalım.” olarak yorumlayıp bunu da bir yönetim biçimi hâline getirmelerinden kaynaklanıyor.
Yani Ak Parti iktidarının politikasızlığından kaynaklanıyor.
Türk lirasındaki dünyada eşi benzeri görülmemiş değer kaybından, Putin’e ve İran’a bağlı doğal gaz ithalatından; Azerbaycanlı kardeşlerimizin, Türkmen kardeşlerimizin, Özbek kardeşlerimizin, Kazak kardeşlerimizin doğal gaz kaynakları dururken Rusya’nın kaynaklarına bel bağlamaktan kaynaklanıyor.
Akdeniz’de herkes gaz arıyor, bir tek biz arayamıyoruz.
Çünkü dış politikadaki politikasızlık, enerjide de bizi vuruyor.
Üstelik doğal gaz sadece pahalı değil, aynı zamanda miktarı da yetersiz.
Doğal gaz kesintileri hâlâ 20 oranında devam ediyor.
Yani her ne kadar sayın Erdoğan her üç ayda bir yaptığı doğal gaz keşifleriyle gaz sondajı alanında dünyada âdeta bir otorite hâline gelmiş olsa da kendisinin vatandaşımıza verdiği doğal gazdan daha pahalı bir gaz daha var.
O da olmayan doğal gaz.
Bunun maliyeti ise hiçbir şeye benzemez.
Elektrikler kesilir, sanayici üretemez olur.
Karadeniz’de gaz bulan sayın Erdoğan nedense santrallere gaz bulamıyor.
Bu da yetmezmiş gibi BOTAŞ da özel tedarikçilerin doğal gaz ithal etmesine engel oluyor.
Neden?
Çünkü yandaşa ihale etmeyi bekliyor.
Tüm bunların yanında il ziyaretlerimizde karşılaştığımız bir durum daha var.
Mutfak tüpünün ve kömürün çok pahalı ve kullanışsız olması nedeniyle vatandaşlarımız bize ısrarla doğal gaz hizmetinden yararlanmak istediklerini söylüyorlar.
Ancak doğal gaz dağıtım şirketleri kârlı görmedikleri için memleketimizin bir kısmına bu hizmeti götürmüyor.
Yani doğal gaz şirketleri yatırımları milletimizin ihtiyacına göre değil, keyiflerine göre yapıyor.
EPDK onlara tarifeyi şişirip şişirip veriyor.
Ama onlar vatandaşa gaz vermiyor.
İşte size Ak Parti’nin millet dostu özelleştirme ve enerji politikaları.
Yazıklar olsun.
Değerli dava arkadaşlarım, buradan bir söz vermek istiyorum.
Biz iktidara geldiğimizde, ki o gün hiç de uzak değil, mutlaka kendi doğal gaz habımızı kuracak ve gaz transit geçitlerinin merkezi olacağız.
Bu sayede hem Türk Cumhuriyetlerinin gazı değerini bulacak ve biz daha ucuza gaz kullanacağız hem de doğal gaz tarifelerini enerji maliyetini doğru yansıtacak şekilde tasarlayarak şirketlerin şişirmelerinden arındıracağız.
Olası bir arz krizinde yeterli gaz stokunu barındıracak depolama tesislerini ve bu tesislerden gaz çekişini sağlayacak kapasiteyi de mutlaka ama mutlaka kuracağız.
İYİ Parti iktidarında hangi ülke gazı keserse kessin, memleketimiz kışın ortasında doğal gazsız ve elektriksiz kalmayacak.
Aziz milletim;
Sayın Erdoğan’ın her sıkıştığında arkasına saklandığı cümlelerden biri; ”Bütçeden bir kuruş harcamadan köprü, yol, havaalanı yapıyoruz.” cümlesidir.
Ne var ki 2022 yılı bütçesine bu dolar garantili ödemeler için 42 buçuk milyar lira ödenek kondu.
Bununla kalsa yine iyi.
Türk lirası değer kaybedince bu ödeme miktarı 65 milyar liraya çıktı.
Yanlış duymadınız.
65 milyar lira.
Yani sayın Erdoğan’a göre bütçeden kuruş harcanmayan projelerin sadece 2022 yılı için bütçeye getirdiği yük 65 milyar lira.
Bu arkadaşımız ya göz göre milletine yalan söylüyor ya da artık ipin ucunu o kadar kaçırmış ki olan bitenin farkında değil.
Bu rezaletin başka bir açıklaması olamaz.
Gelin, size birkaç örnek vereyim.
15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nü kim yaptırdı?
Rahmetli Demirel.
Nasıl yapıldı?
Bütçeden.
Otomobil geçiş ücreti ne kadar?
8 lira 25 kuruş.
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü kim yaptırdı?
Rahmetli Özal.
Nasıl yapıldı?
Bütçeden.
Otomobil geçiş ücreti ne kadar?
8 lira 25 kuruş.
Peki Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü kim yaptırdı?
Sayın Erdoğan.
Nasıl yapıldı?
Kamu özel iş birliği yöntemiyle.
Otomobil geçiş ücreti ne kadar?
19 lira.
Sadece bu kadar mı?
Hayır.
Hazine de, otomobil başına, 39 lira ödüyor.
Yani, yandaşın otomobil başına alacağı para, 58 lira.
Yani, diğer iki köprünün, tam 7 katı.
Bir de Osmangazi Köprüsü var.
Onu kim yaptırdı?
Sayın Erdoğan.
Nasıl yapıldı?
Kamu özel iş birliği yöntemiyle, yandaşlar tarafından.
Otomobil geçiş ücreti ne kadar?
184 lira 50 kuruş.
Sadece bu kadar mı?
Hayır.
Milletin ödediği 184 buçuk liraya ilave olarak;
Hazine de, 487 buçuk lira ödüyor.
Osmangazi Köprüsü’nün geçiş ücreti;
Rahmetli Demirel ve Özal’ın yaptırdıklarının, tam 81 katı.
Evet yanlış duymadınız.
Tam 81 katı!
Bunun 22 katını, köprüyü kullanan vatandaşlarımız ödüyor.
59 katını da, ister kullanalım, ister kullanmayalım, milletçe hep beraber ödüyoruz.
Şu rezaletin büyüklüğüne bakar mısınız?
Tabi 4 köprü fiyatına, sadece 1 köprü yaptırırsanız,
üstelik geçiş ücretini de, dolara bağlarsanız olacağı budur.
Bunlar sadece bir örnek.
Otoyollar için de durum aynı.
İşte size yandaş beslemenin milletimize olan faturası.
İşte size Ak Parti’nin süslü rakamlarının ardındaki soygun düzeni.
İşte size neden ”Projeye değil, ranta karşıyız.” diye kampanya yaptığımızın sebebi.
Ama sabredin.
O sandık gelecek ve bu harami düzenden kurtulacağız.
İYİ Parti iktidarında milletimizi hak ettiği refaha kavuşturacağız.
Hiç merak etmeyin, az kaldı!
Aziz milletim;
Ülkemizde canımızı yakan bir başka konu da maalesef akaryakıt fiyatları.
Mesela biz şu an akaryakıtı Amerika’dan, Angola’dan, Etiyopya’dan ve Arjantin’den daha pahalıya kullanıyoruz.
Avrupa’daki Belarus’tan, Asya’daki Endonezya’dan daha pahalıya kullanıyoruz.
Hatta Taliban’ın Afganistan’ından, savaşın ortasındaki Esad’ın Suriyesi’nden bile daha pahalıya kullanıyoruz.
Ülkemizde son bir sene içerisinde benzin fiyatları 134, mazot fiyatları 159, LPG fiyatları da 143 arttı.
Bir de utanmadan çıkıp; ”Domates tarlada 1 lira, markette neden 20 lira?” diye nara atıyorlar.
Yahu el insaf!
Mazot 17 lirayı geçmişken tarladaki 1 liralık domates tezgâhta nasıl 1 lira kalsın?
Sayın Erdoğan sağda solda düşman kuvvet aramaktan artık vazgeç.
”Hayat pahalılığını neden bitiremiyorsunuz bu gıda fiyatları neden uçuyor?” diye sorduğumuzda suçu domates-biber-patlıcan lobisine atarak meseleyi çözemezsin.
Domatesin tarlada 1 lira, markette 20 lira olmasının sebebi ne nakliyecilerimiz ne manavlarımız ne halcilerimiz ne de marketler değil.
Sanayiciyi üretemez hâle getiren maliyetlerin sebebi o pek bir sevdiğin, her fırsatta kıyak yaptığın dış güçler ve faiz lobisi değil.
Uçan akaryakıt fiyatlarının sebebi de ne fayton lobisi ne de elektrikli araç spekülatörü Elon Musk’ın bize çektiği bir operasyon değil.
Tüm bunların sebebi bizzat sensin sen.
Hiç kusura bakma.
Sen ısrarla anlamak istemesen de biz ısrarla hakikati konuşmaya devam edeceğiz.
Bize inanmadığın her durumda da her hafta seni aziz milletimizin sesiyle yüzleştireceğiz.
Bu kürsü milletin kürsüsüdür.
Daha önce nasıl esnaflarımızdan çiftçilerimize, işletme sahiplerinden sağlık çalışanlarımıza, atanamayan öğretmenlerimizden EYT’li kardeşlerimize, KYK mağduru gençlerimizden şiddet mağduru kadınlara; ezcümle memlekette derdi olan kim varsa burada ağırladıysak siz inatla o sesi kısmaya çalışsanız da biz her hafta sözü de kürsüyü de inatla ve ısrarla milletimize bırakmaya devam edeceğiz.
Elinizden geleni ardınıza koymayın.
Nitekim bugün, Milletin Kürsüsü’nde,
Akaryakıt zamlarından en çok etkilenen kesimlerden biri olan kamyoncu esnaflarımızı misafir ediyoruz.
Yaşadıkları mağduriyeti anlatmak üzere,
Karayolu Yük Taşıyıcıları Federasyonu Başkanı, Ahmet Uzun Bey aramızda.
Buyurun, Ahmet Başkanım.
Söz de, kürsü de sizindir.
Teşekkür ediyorum.
Aziz milletim;
Biz Türk milletiyiz.
Biz ağacıyla, çiçeğiyle, deniziyle, gölüyle, tarladaki mahsulüyle vatan toprağına sahip çıkanlarız.
Biz eşiyle, dostuyla, kardeşiyle, oğluyla, kundaktaki çocuğuyla vatan toprağı için mücadele edenleriz.
Biz acısıyla, sevinciyle, coşkusuyla, gururuyla, yüreğimize kor gibi düşen kayıplarıyla vatan toprağındaki bağımsızlığın kıymetini bilenleriz.
Biz vatana sahip çıkmanın, kanının son damlasına kadar mücadele etmenin, bağımsızlığın kıymetinin ne demek olduğunu en iyi bilen milletiz.
Mağdurun yanında, haksızlığın karşısında durmak Türk milletinin doğasında vardır.
Nitekim tarihimiz başkalarının hukukunu korumak uğruna ettiğimiz nice mücadele örneğiyle doludur.
Çünkü adalet Türk’ün karakteridir.
1492’de, Sefarad Musevilerine kapı açan da 110 yıl boyunca; ”Lehistan elçisi nerede?” diye sorduran da Hitler’in zulmünden kaçanları bağrına basan da işte bu karakterdir.
Bugün de milletimizin vicdani, siyasal ve ekonomik hayatının rehberi tam olarak budur.
İşte bu yüzden bugün Türk milleti olarak hepimizin yüreği bir başka millet için çarpıyor.
Ukrayna’nın vermiş olduğu mücadeleyi belki de en iyi biz anlıyoruz.
Bu vesileyle Ukrayna’nın cesur evlatlarını saygıyla selamlıyorum.
Ülkelerinin özgürlüğü ve egemenliği için vermiş oldukları savaşta onlarla birlikteyiz.
Değerli dava arkadaşlarım;
Tarihin kırılma noktalarından birisine tanıklık ediyoruz.
Biliyorsunuz, geçtiğimiz hafta Rusya ordusu sınırı geçip Ukrayna’ya bir saldırı başlattı.
Üstelik bu saldırı sadece ülkenin doğusunda yer alan ihtilaflı bölgeler ve askerî tesislerle de sınırlı kalmadı.
Ukrayna’nın şehirleri, sivillerin yaşam alanları hedef alındı.
Bunun açık bir işgal ve darbe girişimi olduğunu söylemek zorundayız.
Çünkü Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna halkının iradesini tanımıyor.
Siyasi egemenliğine saygı duymuyor.
Askerî yollarla düpedüz vali atamaya çalışıyor.
Hatta bu zatı muhterem bunlarla da yetinmiyor.
Âdeta paranoya nöbeti geçiren bir Rus roman kahramanı gibi ülkesini güvende kılmak için istediği ülkeyi işgal etme hakkını da kendinde gördüğünü söylüyor.
Bu durum her bakımdan bir dönüm noktasıdır.
Çünkü şimdiye kadarki türlü şımarıklıkları bir şekilde tolere edilen Putin artık cüretinin boyutlarını ifşa etmiş bulunuyor.
Artık dünyamızın bir Rusya yayılmacılığı sorunu var.
Rusya, uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler prensiplerini tanımadığını açık şekilde dile getirdi.
Karşımızda herhangi bir ülke tarafından saldırıya uğramadığı hâlde istediği ülkeyi işgal etme hakkını kendinde gören bir zihniyet tüm gerçekliğiyle duruyor.
Öyle ki bu yönetim ihtilafa düştüğü bir devlet başkanını halkın oyuyla seçilmesine rağmen devirmeyi de, halkın istemediği diktatörleri Moskova’nın hesabına çalıştıkları sürece görevde tutmayı da son derece normal görüyor.
Nitekim şimdiye kadar Putin’in Gürcistan’da, Kırım’da, Belarus’ta yaptığı da tam olarak budur.
Bu tavır bize İkinci Dünya Savaşı sonrasında Doğu Avrupa’yı adım adım kontrolü altına alan Stalin’i hatırlatıyor.
Stalin, sınırlarını genişletme konusunda öylesine hırslıydı ki kendi sözünü dinlemeyeceğini düşündüğü Doğu Avrupalı komünist siyasetçileri bile ortada kaldırmış, yerlerine kendi emir erlerini atamıştı.
Yani Soğuk Savaş dünyasında da mesele komünizmin yayılmasından çok Rusya’nın yayılmasıydı.
İşte o nedenle 1956 yılında Budapeşte’de, 1968 yılında ise Prag’da dolaşan Sovyet tanklarının tek bir amacı vardı.
O amaç Rusya’nın tahakkümünü korumaktan başka bir şey değildi.
O yıllarda Sovyetler’in uyguladığı bu strateji sosyalizmin arkasına gizlenebiliyordu.
Soğuk Savaş sona erdikten sonra artık geride ardına gizlenecek bir ideoloji de kalmadı.
Ancak bu, Rus devletinin yayılmacılık tutkusunun bittiği anlamına gelmiyor.
Bugün bunu tüm çarpıcılığıyla görebiliyoruz.
Bu tutku Putin ile birlikte yeniden dirilmiş durumda.
Bu defa ise sosyalizm terimlerinin yerini Çarlık Rusya nostaljisi almış gibi görünüyor.
Ukrayna’da yaşanan dünyadaki vicdanlı ve aklı selim sahibi herkesin adalet duygusunu sarsan bu duruma uluslararası toplum daha fazla sessiz kalamaz.
Bu şımarıklığa, bu hırsa daha fazla izin veremeyiz.
Başta Kırım’daki kardeşlerimiz olmak üzere Putin’in zulmüne maruz kalan onca insanı kaderlerine terk edemeyiz.
Putin haddini aşmıştır.
Vakit boş laf değil, yaptırım vaktidir.
Vakit çekimser kalma değil, zalimin karşısında dik durma vaktidir.
Değerli milletvekilleri;
Rusya’nın bu durumu ortadayken Türkiye’nin güvende olduğunu kim iddia edebilir?
Putin’in kafasındaki Rusya’nın eksik parçalarının Kars, Erzurum ve Ardahan olmadığını kim rahatlıkla söyleyebilir?
Bugün bölgemizdeki tüm bağımsız devletler, bu soruyu kendi ülkeleri için soruyorlar ve herkes Putin’in idaresindeki Rusya nedeniyle güvenliğinin tehlikede olduğunun farkında.
Bunun farkında olmayan ve Rusya’nın bu hâlinden memnun olan tek bir bölge ülkesi var.
O da maalesef Türkiye.
Mevlâna diyor ki; ”Kuş avlamak isteyen kuş taklidi yapar.”
O nedenle Rusya’nın mevcut durumundan memnuniyet duyanların Türkiye’nin Rusya ile giriştiği asimetrik ilişkiyi destekleyenlerin Ukrayna’da zulüm sürerken Rus televizyonlarında yorumculuğa soyunanların kendilerine milliyetçi diyerek millî güvenlik konularında ahkâm kesmeleri beni hiç de şaşırtmıyor.
Hâlbuki ortada çok açık bir gerçek duruyor.
Karşımızda bölgesindeki ülkelerin sınırlarını, bağımsızlığını ve siyasi egemenliğini tanımayan bunu da açıkça beyan eden bir Rusya var.
Aklı başında insanlar tarafından yönetilen her devlet, eğer bağımsızlığını ve egemenliğini Rusya’ya karşı korumak istiyorsa belirli adımlar atmalıdır.
Ancak üzülerek söylüyorum ki Türkiye bu adımları atamayacak kadar Rusya’ya bağımlı hâle getirilmiştir.
İki ülke arasındaki ilişki dengeli ve simetrik değildir.
Bu ilişki Rusya lehine asimetrik bir ilişkidir.
S400’lerden Suriye’ye, Akkuyu’dan turizme kadar hemen her alanda bu asimetrinin Türkiye’yi düşürdüğü kırılgan durumun yansımalarını görüyoruz.
Bakın size hemen bir örnek vereyim.
Geçen hafta sayın Erdoğan çıktı ve Ukrayna krizinde NATO’yu göreve çağırdı.
Ukrayna’ya daha fazla destek olmuyorlar diye NATO ülkelerini eleştirdi, içeride de gazetelere demeç verdi.
Aynı günün akşamında ise Strazburg’da, Rusya’nın Avrupa Konseyi’ndeki üyelik haklarının askıya alınmasına dair bir oylama vardı.
Peki orada ne oldu?
Sabah Rusya’yı eleştiren ve batılı devletleri göreve çağıran sayın Erdoğan aynı günün akşamı konseyin 47 ülkesinden bir tek Ermenistan’ın Rusya’ya destek olduğu oylamada çekimser kaldı.
Aynı gün.
İşte size Ak Parti iktidarının dış politikada memleketimizi düşürdüğü kırılgan durum.
Türkiye gibi zorlu bir coğrafyada yer alan bir ülkede denge politikası yapabilmek maharet ve liyakat ister.
Ancak Ak Parti iktidarları döneminde ikisi de maalesef kalmadı.
O nedenle denge politikası yapalım derken Türkiye’yi ve dış ilişkilerini dengesizliğe ittiler.
Oysa yapılacak basitti.
Bu oylamada Türkiye’nin yalnız kalmasına sebebiyet vermeyecektiniz.
Çünkü diplomasi Türkiye’yi uluslararası alanda yalnızlaştırmak değildir.
Değerli dava arkadaşlarım;
Artık tüm dünyada yeni bir dönemin başladığına inanıyorum.
Memleketimiz badireler coğrafyasında badireli zamanlara alışkın bir ülkedir.
Ancak bizler yaşanan bu badirelere sadece milletimizi, topraklarımızı ve egemenliğimizi korumak ve kollamak adına müdahil oluruz.
Çünkü biliriz ki bu prensibe bağlı kalınmadığı zaman; galip kahraman olma hayalleri, süratle galiz kahramanlığa dönüşür.
Tarihimiz bunun nice örnekleriyle doludur ve şanlı tarihimiz havanda su dövmenin yeri değil, ders alıp gelişmenin mutfağıdır.
Nitekim Lozan’ı ve Montrö’yü imzalayıp Anadolu ve Trakya’nın tapusunu milletin evrakı metrukesine koyanlar barışın bedelini unutmayalım diye; ”Yurtta barış, cihanda barış.” demişlerdir.
Devlerin savaşında bu toprakların genç fidanları, başkalarının ütopyaları uğruna toprağa düşmesin diye; ”Ne başkasının bir karış toprağında gözümüz var ne de başkasına bir karış toprak veririz.” demişlerdir.
Buna da uymuşlardır.
Ama maalesef Türkiye böylesine hassas bir dönemde burnunun ucunu bile görmekten aciz olduğu hâlde görmediği ufkun ardındakilerin masalını milletine anlatma cüretini kendine hak gören laf ebeleri tarafından sevk ve idare ediliyor.
Öyle ki; 1. Dünya Savaşı’nın yangınının küllerinden bir memleket kuranların hakir görüldüğü, 2. Dünya Savaşı’nın yangınını bu memlekete sıçratmayanların basiretsiz bulunduğu, bir acayip delilik hâli devletimizin aklını bir kanser gibi sarmış durumda.
Durmadan çalışan yalan makineleri marifetiyle Türk Cumhuriyeti’nin başarısını göz ardı etmek için çırpınıp duruyorlar.
Oysa asıl unutturmak istedikleri tarih bizzat kendi karanlık geçmişlerinden başkası değildir.
Dün 1 Mart tezkeresinin yıl dönümüydü.
O red kararı millî Meclis’imizin o günlerde ortalıkta; ”BOP Eş başkan adayıyım.” diye gezenlere verdiği
en önemli cevaptı.
Millî egemenliğin ve millî iradenin Türkiye’nin varlık senetlerine meydan okuyan bir karanlık iradeye karşı isyanıydı.
Aradan 19 yıl geçti ve o aynı karanlık irade 1 Mart 2003’te Gazi Meclis’imize karşı açtığı hırs ve intikam savaşında adına bir de utanmadan; ”Türk tipi” dedikleri Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ucubesiyle galip geldiğini zannetti.
Tıpkı eski abilerinin ona öğrettiği gibi büyük yalanlarla büyük mesafeler aldığını zannetti.
İşte o nedenle bugün bizlerin arkamıza millet iradesini alarak çıktığımız bu kutlu yol; milletimizi, Mehmetçiğimizi ve devletimizi herhangi bir zaman, herhangi bir şekilde, herhangi bir amaçla, herhangi müstevlinin aracı, maşası veya yancısı yapma olanaklarını, ortadan kaldırmaktır.
Meclis’imizin gücünü ve iradesini tek adamcılık oynayan kravatlı ergenlere karşı her daim üstün kılabilme çabamızın altındaki sebeplerin, en önemlisi işte budur.
Nitekim bugün Türk’ün incinen gururunun rüzgârını arkasına alarak; ”Ey Batı”, ”Ey NATO” diye çıktıkları yolda dünün eş başkanları bugünün matruşka bebeği olma hevesine kapılmışlardır.
Dahası söz konusu kimseler Aziziye tabyalarını, Allahuekber Dağları’nı, Plevne’yi, Kırım’ı, Erzurum’u, Nene Hatun’u unutmuşlar.
Ama ne hikmetse yerlilik ve millîlik panayırları düzenlemekten de geri durmamaktadırlar.
Amma kirli ve kara para ağlarının karanlık iş ilişkilerinin mafyatik idarelerin ortak dostlarıyla bir araya gelmek isteyenler ve Türk milletini merdiven altı parya düzeninin köleleri yapmak isteyenler bilsinler ki bu millet ölmedi ve yılmadı.
Büyük Türk Milleti!
Ne bugün bizzat kendisinin mucidi olduğunu iddia ettiği fakat onlara her icraatıyla ihanet eden ve bizzat şovunu yaptığı değerlere ve anlaşmalarına uymakta nazlanan bir Batı’nın, Batı Dünyası’nın; Batı dediğim zaman Amerika’sı da içinde, Avrupa Birliği de içindedir.
Ne de yüze gülen ama arkandan kuyu kazan bir sözde Avrasya’nın veya çöllerinde altın kaplama jipler üzerinde borsa simsarlığı yapan bir âlemin küçük stratejik ortağı olamazsın Büyük Türk Milleti!
Kaderini 11 askerinin başına çuval geçiren hadsizlere, hani; ‘’Müzik notası’’ demişti ya notayı.
Ne de 34 askerini bombalayarak şehit eden bir zorbaya, hani kapısında bekletmişti ya, bağlayamazsın Büyük Türk Milleti!
Aziz Türk Milleti!
Ne vatandaşlığını bir avuç dolara satanların ne de topraklarını, limanlarını birkaç küçük avantaya devredenlerin marabası olamazsın.
Ne burnunun dibinde savaş tamtamları çalarken Afrika seyahatine çıkan öngörü şampiyonlarının ne de; ”Boğazlardan para kazanamıyoruz.” diyerek milletin tartışılmaz egemenlik haklarını berhava etmeye kalkanların kara düzenine araç olamazsın.
Büyük Türk Milleti!
Türkiye küresel bir dünyada yalnız kalamaz, yalnız bırakılamaz.
Türkiye her şeyi ikiye ayırmaya alışkın köhnemiş dimağların boynu bükük bir köprüsü olamaz, yapılamaz.
Türkiye ya Nato’cusun ya Avrasya’cısın ya Doğu’cusun, ya Batı’cısın denilerek iç ya da dış tek adamcıların hüllecisi olamaz.
Saldırganlık ve hamasetle yoğrulmuş fırsatçılık ve kurnazlığın memleketimizi ve dünyayı sürüklediği bataklık apaçık ortadadır.
Güvenilir ve güvenli bir dünya geçmişte olduğu gibi bugün de sözüne güvenilir, aldığı sözlere de ihanet kabul etmez bir Türkiye ile mümkündür.
Biz;
huzurlu bir Dünya’yı kurmanın, en büyük milli gurur ve şuur vesilesi olduğuna inanıyoruz.
Biz;
milli cesaretin ve gururun,
savaşın değil, ancak barışın bedelini ödemeye ve ödetmeye hazır bir gücün,
inşa edilmesi ile var olacağına inanıyoruz.
Biz;
Türkiye’nin gerçekten üretken hale gelirse, imtiyazlı hale gelebileceğine inanıyoruz.
Biz;
hiçbir ülkeye, mecraya ve maceraya,
milletin ekmeğini, suyunu kaybetmek pahasına, bağlanılmaması gerektiğini biliyoruz.
Biz savaş çıktığında ekmek ve buğday fiyatlarından endişe etmeyen bir Türkiye’yi; kendi buğdayını üretmekten aciz bırakılmayan, kendi kendine yeten bir Türkiye’yi inşa etmek isteyenleriz.
Biz her diplomatik sorunda; ”Mazotum biter.”, ”Gazım kesilir.”, ”Soğukta kalır mıyım?” demeyen bir Türkiye’yi masallarla avutulmayan güçlü bir Türkiye’yi var etmek isteyenleriz.
Biz içeride huzur ve refahın gerçek bir Cumhuriyet ve gerçek bir demokrasiden geçtiğini bilenleriz.
Biz gerçek bir cumhuriyetin güçlü ve kapsayıcı bir hukuk devletinden; gerçek bir demokrasinin ortak akla dayalı, kurumsal bir devlet idaresinden geçtiğini bilenleriz.
Biz gerçek güven ve içeride istikrarın şahsa bağlı olmayan bir diplomasiden, bağımsız bir dış politikadan geçtiğini bilenleriz.
İYİ Parti işte bu kritik yol ayrımında Türkiye’yi hak ettiği huzura, refaha ve istikrara kavuşturmak için dimdik ayaktadır.
Çünkü İYİ Parti Mustafa Kemal’in çizdiği medeniyet yolunu iyi okumuş, iyi anlamıştır.
Atatürk yozlaşmış Avrasya rejimlerine duyulan hayranlığı gizleyecek bir maske değildir.
Medeni dünyanın kurallarını yok sayan, diplomasiyi küçümseyen ruh hastalığını da stratejik zekâ zanneden kendini bilmezlerin de referans noktası olamaz.
Atatürk’ün ülkemizi medeni milletler ailesinin onurlu bir üyesi yapma gayreti, revizyonist olmayan dış politikası, hamaset yerine aklı önceleyen felsefesi ve egemenlik kavramına duyduğu saygı bizim ilham kaynağımızdır.
O’nun sahip olduğu ülkemizin kalkınmasına ve refahına ket vuran değil, kalkınmayı destekleyen dış politika anlayışı, bizim de anlayışımızdır.
İşte tam da bu yüzden İYİ Parti, bu kritik dönemeçte hayati bir rol oynamaktadır.
Ülkemizin kurucu felsefesinin, memleketin makulünün ve merkezinin yeni oluşacak dünya düzeninde istikameti bellidir.
Buna gücümüz vardır.
Buna potansiyelimiz vardır.
Buna mahir kadrolarımız ve milletimiz vardır.
Biliyor ve inanıyoruz ki tarihin hiçbir zaman tozlanmayan sayfalarında, lazım geldiği her vakit şu sözü edebilen bir Türk devleti daima var ve payidar olacaktır.
”Yeni şartlarla yeni bir dünya kurulur.
Türkiye de bu dünyada yerini bulur!”
Toplantımızı şereflendirdiniz.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.
Kaynak: (BHA) - Beyaz Haber Ajansı
İlginizi Çekebilir