“Ocağın sönsün” sözü halk dilinde; evde ateşin sönmesi, bacadan duman tütmemesi demektir ve bu bir felâket işareti olarak kabul edilir. Ateşin (ocağın) yanması ise bir mutluluk belirtisidir.
Şu sıralar memleketim olan Antalya’da ve diğer illerimizde eş zamanlı olarak başlayan orman yangınlarının sancılarıyla, acılar içinde kaldık. Tek tesellimiz her zaman olduğu gibi insanlarımızın birlik ve beraberliğinin hiçbir zaman bozulmamasıydı. Dualar, yardımlar, maddi-manevi desteklerle kardeşliğin resmini çizmek onur vericiydi.
Gerisi büyük bir çaresizlik…
Elden bir şey gelmeden, sadece seyrettiğimiz yanıp giden koca bir ömür.
Hayatımız, canımız, evimiz, ormanlarımız, nefesimiz…
Kısacası her şeyimiz…
Her acıda söylediğimiz bir şey vardır. Başına gelmeden, onu yaşamadan; o acının sana ne hissettireceğini bilemezsin.
Öyle de oldu. Hayatımda ilk defa bir yangınla yüz yüze kaldığımda ne hissettiğimi anlatmam çok zordu.
Uçsuz bucaksız Toroslardaki yemyeşil ormanlarımızda başlayan ilk kıvılcım sonrası, semaya açılan ellerin dualarındaki yalvarışlarımızı…
Hiçbir müdahalenin yapılmaması, sonrasında sadece seyrederek yangının köylere kadar gelişine izin verilmesine olan isyanımızı…
Rant için, reklam için sadece iki resim çekilmek üzere köye gelen ve her şey yolundaymışçasına, sosyal medyadan “gereğini yapıyoruz” diye açıklama yapan yönetici ya da amirlere olan öfkemizi…
Kaderiyle baş başa bırakılmış insanların umutsuzluğa karşı küçücük umutlarını…
Annemin ömrünü adadığı, tek sahip olduğu evinin yanışını, gözyaşları içinde çaresizce izlerken ki haykırışlarını…
Anlatmak çok zor ve çok acı…
Hissettiklerim üzüntü mü, öfke mi, isyan mı?.. Bilemiyorum. Şuan acılar o kadar taze ki bunu tanımlayacak bir sağduyuda değilim.
Gündoğmuş ilçesi ve Güzelbağ kasabası arasında sürüp giden, hiç sönmeyecekmişçesine devam eden, koca bir yangının içerisine sıkışıp kalan hayatların zor anlarına şahit oldum.
Bir köy her şeyiyle dakikalar içinde yanıp bitiyor. İnsanlar ise perişan… Ve sonra sıradaki diğer köye kadar olan milyonlarca ağaç birkaç saat içinde yanıp kül oluyor. Ve çaresizlik o köydeki insanlara ulaşıyor. Daha sonra diğer köye ve diğer köye… Zincirleme bir üzüntüye neden oluyor.
Sanki gün geldi de, kıyamet koptu ve artık “cehennemin kapıları” açıldı sanıyorsunuz. Her yer alevler, dumanlar içinde…
Çaresizlikten öte söz yok.
Müdahaleler çok geç ve çok yetersiz…
İlçede kriz masası sanırım yok. Kim, kimin ne yaptığını, nerede olduğunu ya da neler yapılacağını bilmeden sağa sola koşturup duran insanlarda acizlik görüntüsü hakimdi. Yetkililerdeki umursamazlık tavrı ve sosyal medyada boy göstermek dışında yapılan bir şey görememek sinir bozucuydu. ………………
Şehirlere (Alanya sınırına) yaklaşana kadar yanmasına engel olunamamış (olunmamış?), kendi haline bırakılmış ormanlar ve köyler… Herhangi bir yardımın gelmeyeceğini bilerek beklemek ve sonrasında yanıp kül olacağını bile bile evini, ocağını terk etmek çok acı vericiydi.
Bir taraftan evlerini ve hayvanlarını terk etmek istemeyen, ne pahasına olursa olsun son ana kadar mücadele etmek isteyen üç-beş kişilik genç ve cesaretli gruplar vardı. Yetkililerden gizlenerek köyden çıkmayıp, evlerine sahip çıkan bu insanlarımızın imkansızlıklar içindeki zaferlerine de şahit olduk.
Diğer taraftan yaşlılarımız… Onları az çok bilirisiniz ya da tahmin edersiniz. Genelde köy nüfusu onların egemenliğindedir. Onlar için köyü nimettir. Evi onun sarayıdır. Şehirde apartman ona zülümdür. Torun hasreti dışında köyünden dışarı çıkarmazsın. Misafirliğe yanına getirirsin, akşamında “köyüm ne güzeldi” diye ağıta başlar. İşte siz, onların bir de evlerinden tahliye edilirkenki hallerini görseniz. “Beni evimden çıkarmayın, üzerime kapıyı kilitleyin, evimle birlikte ben de yanayım” diyen ağıtlarını duymak içler acısıydı. Yüzlerindeki hüzün ve geriye dönüp o son bakışları sanki sevdalısıyla vedalaşmasını andırır gibiydi.
Yazık… Çok yazık. Ne desem boş, ne yapsam boş. Anlatamıyorum bu acıyı…
Dağlarına kurban olduğum o cennet vatanda; rengarenk çiçeklerin, envai çeşit börtü böceğin, cıvıl cıvıl öten kuşların, yemyeşil ormanlarının arasına kurulmuş şirin köylerin yerinde; şimdi yanmış kül olmuş, zindan karası yaşanmışlıkları görmek kahrediyor insanı.
Artık dayanmak da zor, sabretmek de…
Yeter artık. Sönsün ocağımız, Yanmasın bir daha…
…………………………………………….
Eleştirmek; karalama kampanyası yapmak değildir. Söyleyeceklerimiz kafamızda beliren soru işaretleri ve daha iyiye gidebilmek için naçizane düşüncelerdir.
Birincisi; Haberlerde görüyoruz. Ankara’da aynı yerde iki defa yangın çıkarmaya çalışırken yakalanan cani ruhlu şahsa - ev hapsi vermekle ya da Adana’da 650 hektarlık ormana, tüm canlılarıyla birlikte acımadan kıyan - türüne hayvan demek bile iltifat olacak- şahsa 10 yıl hapis cezası verilerek bu katliam son bulur mu?
İkincisi; Türk Hava Kurumu Başkanı Cenap Aşcı’nın 9 yangın söndürme uçağına 4 milyon Dolar bakım parası veremediğini ve bu sebeple uçaklar kullanılmayacaksa pilota ne ihtiyaç var diye, onları işten çıkararak 25 milyon TL kar yaptığını açıklamasına sevinecek miyiz? Yoksa o uçaklar uçmuyorsa bile, pilotları işten çıkarmak yerine, onlara yeni uçakların neden alınmadığını mı sorgulayacağız?
Cenap Aşçı’ya söyleyelim ki yapmış olduğu 25 milyon TL kar, şuana kadarki yanan kısımdaki zararımızın yüzde kaçını karşılayacak acaba? Ve hala yangın söndürülememişken…
Üçüncüsü; Farklı illerden gelen ekipler bu tür dağlık alan yangınları hiç görmemiş, hazırlıksız ve coğrafyayı bilmeyen kişilerdi. Yangına müdahale edemedikleri gibi orada deneyimli ve bilgili olan köylünün de yangını söndürme imkanının çok fazla olduğu anlarda bile yangına müdahale etmesine izin verilmedi. Onların yardım önerileri dinlenilmedi. Bunun için köylerde bir grup belirlenerek yangın eğitimleri verilmesi gerekiyor. Buna benzer büyük yangınlarda il dışından gelen ekiplere öncülük edebilmeliler.
Dördüncüsü; İnsanlarımız zaten mağdur, evlerinden hiçbir şey alamadan çıktılar. Şehirlerdeki kiralık evlerin fahiş fiyatlara çıkmasını engellemek ve bu kişileri evlere yerleştirmek gerekiyor. Ayrıca Antalya ilçelerindeki köylerimizin çoğu tamamen yandı. Ve hala yanmaya devam ediyor. Köylülerin geri dönecek bir durumları yok. Geride evler, ağaçlar, bahçeler kül olmuş. Onlar için acilen önlem alınması gerekmektedir.
Ayrıca Ormanlarımız için hızlı adımlar atılmalı ve eski haline getirmek için hiçbir taviz verilmeden çalışmalar yapılmalı…
Ve son olarak;
Önlemlerimizi almak konusunda uzmanlaşalım. Deprem olduktan sonra binalar denetlenmesin. Yangın olduktan sonra ekipmanlar alınmasın. Sel olduktan sonra dereler ıslah edilmesin.
Bazı şeyleri de başımıza gelmeden önleyelim artık…
çok geçmiş olsun Allah beterinden korusun can kaybımız olmasın da mal kaybı bir şekilde telafi edilir inşallah