Geçtiğimiz ay başlayan Rusya-Ukrayna savaşına sosyal medyadan şahit olmaya başladık. Tüm dünya, Avrupa kıtasına kilitlenmiş durumda. Maalesef dünyanın gözü kulağı ancak, savaş kendi çıkarlarına ters düşünce açıldı. Şimdiye kadar alet oldukları onca savaşı ve o savaşlardaki mazlumları hiç önemsememişlerdi.
Oysaki savaşın her türlüsü; din, dil, mezhep, ırk fark etmeksizin, hepsi büyük bir yıkımdır. Hangi coğrafyada olursa olsun tüm insanlığı dolaylı ya da doğrudan etkilemektedir.
Film sahnelerinden alışkın olduğumuz ancak gerçekten yaşandığını bildiğimiz olayları izlerken farklı duyguları aynı anda yaşamaya başladık. Sadece ekrandan izleyerek şahit olduğumuz bu savaş ister istemez bizlerde de bir travma etkisi yaratmaktadır. Bu nedenle öfke, kızgınlık, üzüntü duygularını sanki savaşın içindeymişiz gibi hissedebiliriz. Savaşı bizzat kendi şehrimizde yaşamasak bile gördüğümüz, maruz kaldığımız görüntü, haber, video veya bilgi içerikleri bizleri doğrudan etkileyebiliyor. Bunun en önemli sebeplerinden birisi de savaşlarda hayatını kaybeden insanların çoğunlukla sivil insanlar olmasıdır. Bu da doğal olarak aklımıza ölüm fikrini ve bir anda ölebilme ihtimalimizi bizlere hatırlatır. Dolayısıyla da çevremize karşı bir güvensizlik hissi yaratır. Kendimizi güvende hissetmediğimiz zaman içinde bulunduğumuz yaşamımızı ve kendimizi sorgulamaya başlarız. Filler tepişirken ezilen çimler gibi hissederiz kendimizi. Ya da bilinen tabirle satranç oyunundaki piyonlar gibi. Savaşlar dünya insanlığı olarak ortak duygular yaşamamıza olanak sağlar. Oysaki ortak duygularımız genelde hep üzüntü verici olaylara ilişkin olması ise ironiktir. Acı verici olayların bizi birleştirmesi istenilen bir şey olsa da sadece böylesi durumlarda bunu hissediyor olmamız kısmı, kendi içinde ayrı bir üzüntü taşımaktadır. Savaşların, soykırımların veya ötekileştirmenin ideolojik olduğunu biliyoruz. Söz konusu kapitalist bir dünyada sürekli olarak kendini büyütmeye odaklanan ve durduğunda yok olacak bir sistemin kaosa veya krize ihtiyacı vardır. Bu krizler genellikle ya bir savaş ya da istila ile gün yüzüne çıkmaktadır. Kontrol ve güç arzusu ile tepişen filler ezdiği çimenlerin çok da farkında değildir. Bunun süreçte gerçekleşmesi gereken ufak zahiyat olduğunu düşünürler. Ne de olsa amaca giden her yol mübah diye eyleme geçerler. Savaşlar haksızdır, çünkü biliyoruz ki dünya savaşları sürecinde veya sonrasında yaşanan travmalar hala geçmiş değil. Savaşlar haksızdır, çünkü tepişen fillerin acısını her şeyden bihaber olan çimenler yaşamaktadır. Savaşlar haksızdır, çünkü en başta insanın en temel haklarından olan yaşama hakkına bir müdahaledir. İnsanın hem yaşamına hem de var olma sürecine müdahale eden savaşlar haksızdır, çünkü savaşlar eşitsizliğin daha da büyüdüğü kaoslar zincirinin başlangıcıdır. Savaşlar haksızdır, çünkü yıllarca yaşamına devam edecek bir çocuğun hayallerini yıkabilmektedir. Bir ailenin evladını kaybetmesine veya bir çocuğun ailesiz kalmasına neden olan savaşlar yıllarca bitmeyecek kabuslara neden olabilmektedir. En ufak bir seste veya basit bir gürültüde tedirginlik duymaya yol açmaktadır. Hem yıllar öncesinde hem de günümüzde hiçbir olumlu sonuç vermeyen savaşlar haksızdır, çünkü tek bir dünyamız var. Tek bir dünyamız varken, bu dünyayı güzelleştirmek varken, evrensel ilkeleri hem tüm dünyada hem kendi ülkelerimizde uygulamak varken savaş neden bir tercih olsun ki? Neden savaş ilan etmek, kendi güç arzumuzu gerçekleştirmek için başkalarının hayatlarına son vermek ve yıkmak bir seçenek olsun ki? Milyonlarca başka seçenekler varken neden savaş gibi bir ihtimal düşünülsün ki? Savaşlar haksızdır, çünkü savaşları zengin ve yaşlı insanlar başlatır, genç ve yoksul insanlar ölür.
Yorum Yazın