İnsanlar dünyaya gelirken, birçok ‘hak’ka sahip olarak doğarlar...
Bunların en önemlisi her bireyin “yaşam hakkının” olmasıdır.
Bu hak, annenin hamileliğiyle başlayıp ve doğup, yaşayıp, ölene dek sürer. Birey, bu süreç boyunca önce ailesiyle, sonra okuluyla ve daha sonra toplumla iç içe etkileşimde bulunarak hayata adım atar. Ve yaşamı boyunca diğer birçok ‘hak ve özgürlüklerini’ kullanabilirler.
Her ne kadar ‘hak ve özgürlük’ desek de bunların bir sınırı olması gerekiyor. Yani ‘özgürlük’ kelimesi; ‘her şeyi yapmaya hakkın var, tamamen serbestsin’ anlamına gelmiyor.
Senin gibi çevrende binlerce, milyonlarca daha insan bu toplulukta yaşıyor. Ve her birinin en az senin kadar ‘hak ve özgürlükleri’ var. Demek oluyor ki herkesin, her istediğini yapması büyük bir kargaşaya ve bazı bireylerin de hak gasbına uğramasına yol açabiliyor. Bu sebeple hak ve özgürlüklerimizi, diğer bireylerin hak ve özgürlüklerini gasp etmeden hukukun belirlediği sınırlar çerçevesinde yaşamalıyız.
Dolayısıyla hukuk, bütün bireylerin ‘zengin-fakir, eğitimli-eğitimsiz, siyasetçi-vatandaş, patron-işçi’ fark etmeksizin eşit ve adaletli şekilde yaşayabilmesi için devlet tarafından bir düzen oluşturur. Fakat bu düzenin çarklarının sağlıklı işleyebilmesi için insanların; kurallara ve anayasamızın belirlediği yasalara tamamen uyması gerekmektedir.
Dünya geneli yapılan araştırmalarda, insanların mutluluk oranının en fazla olduğu ülkelerin genel özelliklerine bakacak olursak “adalet, insan hakları, özgürlükler, teknolojik gelişmeler ve ekonomi” gibi değişik kriterler olduğunu görürüz.
Ülkemiz ise bu sıralamada maalesef sınıfta kaldı. Ülke olarak mutsuz insanlarımızın çok olması, aslında hak ve özgürlüklerimizin ne kadar kullanılıp kullanılmadığının da kanıtı oldu.
…………………………
Bütün insanlarımız mı mutsuz?
Ya da bütün insanlarımız mı kendi hak ve özgürlerini kullanamıyor?
Hayır, hepsi değil. Evet, büyük çoğunluğu belki de mutsuz ve mutsuz olmalarının sebebi de kendi paylarına düşen hak ve özgürlüklerini kullanamamalarından kaynaklanıyor. Kendi imkanlarıyla bir yerlere gelmeye çalışan, namusuyla yaşabilmek için çalmayan, alın teriyle kazanan, azimle çalışan, kurallara ve yasalara uyan, başkalarının haklarını gasp etmeyen kesimin; bu çabalarıyla maalesef çok mutlu bir yaşam sürmeleri pek mümkün görünmüyor.
Çünkü yasalarımızda; vergisini veren, kanunlara uyan, topluma hizmet eden, gerçek vatandaş tanımına uyan kesimleri; korumak, onları örnek göstermek ya da ödüllendirmek niyetine atılmış pek bir adım yok.
Örneğin; yasaya uyan, faturasını kullandığı gibi ödeyen bir vatandaşa; elektriğini kaçak yollarla kullanan, faturasını ödemeyen hırsızın bedelini de ödetmeleri bana hep çok saçma gelmiştir.
Bir diğer açıdan bakarsak; namuslu vatandaşı dolandıran, toplumun huzurunu bozan, insanlarımızın başına bela kesilen, kurallara ve yasalara hiç uymayan kişilere taviz verilmektedir. Onları adaletli bir şekilde yargılayarak, diğer bireyleri onlardan korumak için kesin bir önlem alınmamaktadır.
………………………
İnsanların yaşam hakkı elinden alınıyor. Allah’ın verdiği canı, “cani” birisi çıkıp elinden alıyor.
Ve bu “Katile” daha henüz yargılanırken ödül üstüne ödül veriyorsunuz.
Ne mi bu ödüller?
Önce iyi hal indirimi, sonra cinayeti işlerken zevk almadı indirimi, takım elbise giydi indirimi, sonra aldığı cezanın bir bölümünü çekti indirimi… O da yetmedi yeni ödülleri; salgın hastalık indirimiyle serbest kalması… Kişinin en önemli hak’kı elinden alınmış kimin umrunda…
…………………..
İnsanların malk-mülk edinme hakkı elinden alınıyor. Zor bela çalışıp, didinip alın terinle birikim yapıyorsun. Belki de ev almak, asgari geçiminle hayalini kurduğun ve ömründe bir kez nasip olacak tek hayalin…
Dolandırıcı bir zihniyet ona da göz dikmiştir. Maketten evler diker göz boyamak için ve elinde avucundaki her şeyi, sözleşmeyle peşinat olarak verirsin ona. Yıllar geçer ne ev vardır ortada ne o kişiyi görürsün çevrende… Üstelik sana sattığı daireyi, yüz kişiye daha satmıştır. Şikayetçi olsan ne olacak?
O kişi ya iflas etmiştir ya da üzerinde hiç mal varlığı yok diye bir işlem yapılmaz. Ama aynı kişi; eşinin, çocuğunun ya da kardeşinin üzerine devrettiği villada kalır, lüks otomobiliyle gezmeye devam eder. Onlara dokunamazsın; çünkü mülkiyet hakkı vardır. Ama nedense alın teriyle çalışan, dolandırılmış vatandaşın mülkiyet hakkının elinden çalınması önlenememiştir.
Ayrıca bir zaman sonra bakarsan, o dolandırıcı şahış; birkaç sokak ötede yine, yeni binalar dikmeye devam edecek kadar özgürdür. Yeni mağdurları ağına düşürmek için beklemektedir.
…………………….
Hırsızların, dolandırıcıların, katillerin, gaspçıların, mafyaların, haraççıların, tacizcilerin, tecavüzcülerin toplumda rahatça gezmesi, mağdur ettiği insanların her geçen gün çoğalması engellenememektedir.
Haberlerde; ‘ bilmem kaçıncı sabıkası’ diye son işlediği suç ile manşet olan suçluların olması güvenliğimizin olmadığını açıkça gösteriyor.
Toplum olarak , “mağdurun” çıkarlarının devletçe savunulması gereğinin unutulduğu; suçtan zarar görenin zararlarını gidermenin ve mağduru koruma gerekliliğinin olmadığı bir dönem yaşamaktayız.
Oysa ; suça "mağdur" açısından da yaklaşılmalı. "Suçluyu cezalandırmak" kadar "mağduru korumak " yönünden de devleti yükümlü tutmak gerekiyor.
Eski Yunan, Asurlular, Roma, Hamurabi kanunları incelendiğinde; mağdurların zararının karşılanmasının ön planda tutulduğu görülmektedir. Suçlunun hem ceza çekmesi hem de mağdur ettiği kişinin zararını birkaç kat fazlasıyla ödemeye mahkum edildiği; şayet suçlu bulunamasa bile devletin bu zararı gidermeye mecbur olduğu belirtilmiştir.
Günümüzde ise genelde suçluya yönelik ceza verilme sistemi benimsenmiş. Mağdur edilen bireyin mağduriyetinin giderilmesine yönelik herhangi bir çalışma yapılmamıştır.
İşte karşınızda hak ve özgürlükleri korunamamış “mutsuz toplum…
Kalemine sağlık hocam çok güzel ifade etmişsin. "Suçluyu cezalandırmak" kadar "mağduru korumak " yönünden de devleti yükümlü tutmak gerekiyor. bravo